5 Aralık 2010 Pazar

Youth Without Youth

.: IMDb :.

Godfather seresiyle tanıdığımız Ford Cappola, zaten anlaşılması zor olan bir konuyu kapalı bir şekilde bize sunmaktan çekinmemiş. "Herkes anlasın" dan daha çok, "anlayan anlasın" tipinde bir film olmuş. Filmde çok fazla atlama var. Atlama olmayan yerlerde de gazetelerden takip edebiliyoruz zamanı.Yani, konusunun yanında filmin gidişatı da oldukça karışık.

Doğu felsefesi ve dilleri filmin bel kemiğini oluşturuyor. Sanskritçe, Hintçe konuşmalar oldukça fazla. Hatta filmin belli yerlerinde Eski mısır dillerinden bile parçalar var. Anlayamamak kötü bir şey tabi söyleneni. Reenkarnasyon ve karma da bolca önümüze geliyor.

Filmin eses objesi ise aynalar. Dominic ne zaman diğer "benlik"leriyle konuşacak olsa, aynaları kullanıyor.

The Curious Case of Benjamin Button

.: IMDb :.

Fight Club, se7en 'ın ardından en sevdiğim üçüncü David Fincher filmidir kendileri. Mekan seçimi, Benjamin karakteri için yapılan makyaj, senaryo,, hepsi harika.

Mr.Gateau, doğuştan kör biridir. Buna rağmen harika saat yapmanın peşinden koşmaktadır. Eserini tamamlayıp, halk önüne çıkardığında "iyi de bu saat terse çalışıyor" diyenlere şöyle bir cevap verir: "Onu bilerek böyle yaptım. Bu sayede, belki savaşta kaybettiğimiz çocuklar kalkıp eve dönebilirler"

Benjamin ise, birinci dünya savaşının bittiği gün doğar. Benjaminin yaşamı, herkesin aksine yaşlılıktan gençliğe doğru akmaktadır.

Filmde bol miktarda ölüm var. Genel olarak kanlı, canlı ölümlerden değil de ecel ile ölüm bunlar. Hani insanların yaşlanmasıyla olan. İçerik hakkında pek bir şey söylemek istemiyorum ama;

2 Aralık 2010 Perşembe

The Good Heart

.: IMDb :.

Kör korsan misali tahta bacakla yürünmüş koca bir hayata sahip Jacques'in yaşama isteği ve sadece iyilik düşünen gencecik Lucas'ın yaşamından vazgeçmesi onları hastanede biraraya getiren. Terapist neden yaşamak istemediğini sorduğunda, modern toplumun kurallarına bağlı olmadığını söylüyor Lucas. Karşılığında ise hayatın hindistancevizine benzediği cevabını alıyor. Dış kabuğu sert, ama dışındaki sert kabuğu aşabilirsen içindeki leziz sıvıya ulaşabileceğin bir hayat bu.. Hepsinin ötesinde, paylaşıldığında değer bulan.

Jacques'in "House of Oyster" isimli bir barı var. Ve bu bar, "bar kuralları" na göre işliyor. On üç kişiden fazlasını çatısı altında bulunduramayan, sadece erkeklerin mekanı olan, kabalığın olduğu, hoşgürü ve kardeşliğin olmadığı, Lucas'ın tam zıttı türünden. April gidene kadar Jacques sertliğini, Lucas ise sakinliğini koruyor hep. Film boyunca kötülenen kadın, bahsedildiği gibi yapıyor yine şeytanlığını. Bu dönemden sonra Jacques Lucas'a, Lucas ise Jacques'e dönmeye başlıyor gün geçtikçe. Kesileceğini duyduğu ördeğe yoldaş diyen Lucas, yılbaşı arifesinde "ne zaman keseceğim" diye soruyor. Ördek yemek yerine ahtapot tercih eden ise Jacques oluyor.

Film Dagur Kári'nin amerikan filmlerine en çok benzeyen filmi sanırım. Çok etkileyici, veya sonu anlaşılamaz bir film değil. İzlenmeye değer.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Lilja 4-ever [Daima Lilya]

.: IMDb :.
Annesinin gitmesine aldırış etmeyip, kapıdan çıktıktan sonra peşinden koşarak "Lütfen beni bırakma!" deyişi.. Hani çocuklar vefasız olur genelde. Küfür de etse çocukları, ana yüreği dayanmaz ya, bu filmde bulamıyoruz bunu. Kızının kendi başına yapamayacağını bildiği halde onu terkeden bir anne var karşımızda. Lilja annasiyle bile kötü şartlar altında yaşarken, henüz 16 yaşında tek başına kalakalıyor.

İnsanların birbirine gösterdiği sevgi ve saygı, iftira atmanın ne kadar kolay olduğu, erkeklere kişiliğini kaybettiren cinsellik arzusu ve Lilja'nın yaşama çabası. Şu an dünya üzerinde yaşamak zorunda olan beki de binlerce Liljayı düşününce daha da kötü oluyorum. Hayata daha sıkı tutunmaya çalıştıkça, yükselmeye çalıştıkça giderek dibe sürüklenen Liljalar.

Nói albínói [Noi the Albino]


.: IMDB :.
Nói albínói, İngilizce ismiyle Noi the Albino; Albino hastası 17 yaşındaki Noi'nin İzlandadan kaçma çabasını anlatıyor.

Minicik bütce, profesyonel olmayan oyuncular, çekim için kullanılabilecek 3 tanecik kasaba.. Bunlara rağmen, insanı etkileyen bir film.

İzlanda; 2008 yılının en huzurlu, 2010 yılında ise Yeni Zelanda'dan sonra en huzurlu ülkesi seçilmiş durumda*. Film, minik bir kasabada da geçse, insanlardaki bu güven duygusunu, sakinliği yansıtmayı başarıyor. Her yer bembeyaz, özellikle İzmir'de olduğum şu günlerde, hiç gelmeyecek o kar yağışına hasretimi iyice tetikleyen cinste. İşte bu bembeyazlık, kendisi de bembeyaz olan Noi için huzursuzluk kaynağı. Aydınlığın, beyazın, karın boğuculuğunu hissedebiliyorsunuz Noi üzerinde. Zeka kübünü hemen çözebilen Noi, derslerde sınav kağıtlarını doldurmaya bile tenezzül etmiyor, üstelik okuldan atılıyor. Peki, nasıl bir duygu insanı buna itebilir ki? Yanlışlıkla çocuk sahibi olduğunu ikidebir dile getiren baba mı? Bembeyazın getirdiği durağanlık mı? Babaanneyle yaşıyor olmak mı? Sahip olduğu albino hastalığı mı?.. Kierkegaard'a sormak lazım bunu.